-

"Kahramanım" Başarısıyla Dikkat Çekiyor!

Uzun zamandır kitap editörlüğü yapan ve sihirli dokunuşlarıyla birçok kitaba renk katan Çiğdem Tan, ilk romanı Kahramanım ile okurlara sürpriz yaptı. Haziran ayında yayımlanan Kahramanım, okurla buluştuğundan bu yana beğeni toplamaya devam ediyor.

"Kahramanım" Başarısıyla Dikkat Çekiyor!
31 Temmuz 2018 - 10:06
Okuru duygudan duyguya sürükleyen Kahramanım, sade dili ve özgün anlatımıyla olduğu kadar, her biri birbirinden farklı insanların çarpıcı yaşamlarını bir öykü içinde toplayabilme ve ana dili dört yaş seviyesindeki bir çocuğun duygularını ustaca işleyebilme başarısıyla da dikkat çekiyor. 

Dört yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden hayatı anlamaya, anlamlandırmaya, yorumlamaya çalışan “Kahramanım”; 1980’lerin küçük bir şehir köyünden yansıtılan duygu yüklü bir öykünün içine gizlenmiş onlarca farklı yaşamı, Bahar’ın duru anlatımıyla okurla buluşturuyor. 

 

Çiğdem Tan, anı türünde kaleme aldığı Kahramanım isimli romanında, küçük bir şehir köyü olan Tarabya’da yaşayan sıradan insanların anlamlı, duygu yüklü yaşamlarını işledi ve başarılı çalışmasıyla edebiyat dünyasına kendini hızla kabul ettirdi. 



Cinius Yayınevi’nden yayımlanan Kahramanım, yazarın ilk kitabı. Kitabın içinde yer alan bir kısmı kısa öykü olarak derleyerek 7. Fakir Baykurt Öykü yarışmasında 600'ü aşkın eser arasında üçüncü olan Çiğdem Tan, "Bildiğim sokaklardan ve bildiğim hayatlardan ipuçları almak elimi hayli güçlendirdi ancak öykü benim yaşam hikâyem değil,” diyerek, öykünün ana anlatıcısı Bahar’ın, dünyayı ve kendini tanımaya başladığı yıllarda hasta olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş yüz binlerce çocuğun toplamı, kurgusal bir karakter olduğunu belirtiyor. 

 

Bir çocuğun dilinden hayata ve topluma bambaşka bir pencere açan “Kahramanım”, uzun süren sağlık sorunlarının tedavilerinde psikolojik desteğin önemini vurgulamaya çabalarken ülkedeki sağlık sisteminin; sağlıklı çocuklarla sağlıksız çocukların aynı süzgeçten geçtiğini gösterirken de eğitim sisteminin eksikliklerini, bütün bu eksikliklerin/yanlışlıkların bireyin o anki ve gelecek yaşamına yansımalarını vurgulamayı amaçlıyor. 

 

Yazar ayrıca bir çocuğun, zenginler ve fakirler, Ermeniler, Müslümanlar ve Museviler gibi birbirinden farklı yaşam tarzları sürdüren insanların bir arada bulunduğu Tarabya’da, 1980’li yıllarda gözlemlediği dünyaya dair anıları da ustaca kurguluyor… Yaza renk katan Kahramanım; ülkedeki sağlık ve eğitim sistemine getirdiği eleştirel bakış ve zengin içeriğini işlediği başarılı kurguyla da dikkatleri üzerine çekiyor.

Yazar, tıpkı Mehmet Rauf gibi, eserini “Son Üstadım” dediği, Türk edebiyatının köşe taşlarından Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfediyor. 

Her sayfada yepyeni bir hikâye, bambaşka bir pencere… Zengin, yaratıcı, akıcı ve heyecan verici… 

 

Kitaptan Alıntılar

“Saçlarımı öptü, derin bir oh çekti, gözlerinin yaşını gizlemek için başını saçlarıma gömdü, dakikalarca öylece susup kaldık. Bir şeyler daha söylemek isterdi muhtemelen… Güzel şeyler… Ama onun da benim gibi boğazına oturan bir şeyler olduğunu anladım, sustuk, iç çektik. Yaşamımın en duygusal anıydı.”

 

“Hayattaki en büyük ihtiyacımız gerçeği bilmekti. Kendi gerçeğimizi bilmek, neler olup bittiğini anlayabilmek… Sonrasında da şüphesiz bir sevgi.”


 

“Yaşayanlar belki farkında değillerdi ancak evin her yeri hasta kokuyordu ve ben hayatımda en iyi o kokuyu tanıyordum.”

 

“Beş ay sonra bir hastane odasında uyandığında, yüzünün yarısının da romanının da yandığını öğrenmiş ve o dakika aklını yitirmiş.”

 

“Yazık ki o yaz duaya ihtiyacı olan sadece ben değildim. Küçük köyümüz Tarabya’dan o sene ardı ardına ülkenin en garip ölüm haberleri yayıldı.”

 

“Onursuz yaşamış olabilirdi de. Ancak kesin olan bir şey varsa, onurlu öldüğüydü.”

 

“Hayli ilerlemiş Türkçesi ile anneme şöyle demişti: “Yüz kere daha dünyaya gelsem yine kocamla evlenirdim!”


 

“Gözlüklerinin ardından seçilebilen ifadesiz gözlerinde yüz bin yılın yorgunluğunu taşıyan kentli insanların depresifliklerine 80’lerin Tarabya’sında yer yoktu.”

 

“Büyüdüğümde bir gün en az onun kadar âşık olmak, aşk için uzaklara gitmek istiyordum; tıpkı onun gibi. Sonra da bütün gördüklerimi bu küçücük koyda unutmak…”

 

 

                         SÖYLEŞİ

Çiğdem Hanım, öncelikle ilk kitabınız hayırlı olsun… Kitabın ismi neden Kahramanım?

 

Çok teşekkür ederim. Kitaplarıma başlamadan evvel isimlerini belirliyorum. Bu kitabın da ismi hazırdı; “Düş” olacaktı çünkü bir kız çocuğunun düşlerini anlatacaktım… Ancak öykü ilerledikçe kahramanlar düşlerin ötesine geçip öne çıkmaya başladı. Ben de minik bir değişiklikle romanıma “Kahramanım” adını verdim.



Sizi bir kitap yazmaya yönlendiren, tetikleyen ne oldu?

“Neden yazıyorsunuz?” sorusunun sanırım tek bir cevabı yok. Zülfü Livaneli der ki “Yazı, insanoğlunun ölümsüzlüğe karşı bulabildiği yegâne çözümdür.” Ardımda bir şeyler bırakabilme güdüsü, beni tetikleyen faktörlerin başında geliyor. Yine derdini anlatabilme işidir yazmak. Bir şeylere kafa yoran ancak tek başına bir çözüm bulamayacağını bilen insanlar, genellikle duygu veya düşüncelerini yayarak o konuda duyarlılık oluşturmaya çalışırlar. Ve tabii ki edebi haz. Özenli bir üslup ve özgün bir içerikle ilmek ilmek örülmüş cümleler kurabilmek, bunu yaparken duyguyu karşı tarafa tüm gerçekliğiyle yansıtabilmek bana büyük bir mutluluk veriyor.

 

Yazarken neyi temel alıyorsunuz?

İnsan psikolojisini çok önemsiyorum. Duyguyu bol bol ve tüm gerçekliği ile sunabilmek için özel bir çaba harcıyorum. Psikolojik betimleme hassas noktam.

 

Kahramanım ne anlatıyor? 

Kahramanım, “ben” dili ile anlatılan, anı türünde kaleme alınmış bir roman. Öykünün anlatıcısı Bahar isimli bir kız çocuğu. Bahar, şiddetli eklem ağrıları olan bir çocuk. Yoğun bir tanı ve tedavi süreci geçiriyor. O kadar küçük ki yaşadığı pek çok şeyi anlayamıyor ve hep kendince yorumluyor. Bu noktada tedavilerin psikolojik destek ile birlikte yürütülmesinin önemini vurgulamaktı hedefim.

 

Yine büyümeye başladığı yıllar içinde, eğitim alanında da pek çok sıkıntı yaşıyor çünkü kanunlar kronik hastalığı olan yahut uzun süre tedavi gören çocukları, sağlıklı çocuklarla aynı sınav süzgecinden geçiriyor ve onlara hiçbir imtiyaz tanımıyor. Bu noktada da eğitim sistemine eleştirel bir bakış açısı yansıttım.


 

Bahar küçük bir şehir köyü olan Tarabya’da yaşıyor. Tarabya, hem en zenginlerin hem de en fakirlerin bir arada yaşadığı bir yerdi seksenlerde. Yine birçok inançtan insanı bir arada barındırıyordu ki hâlen öyle. O birbirinden farklı kimliklerle Bahar’ın yolunu ara ara kesiştirdim, yine Bahar’ın bakış açısıyla onların yaşamını yorumladım.

 

Bir çocuğu konuşturmak edebi açıdan riskli değil mi?

Hem de çok riskli. Ana dili dört yaş seviyesindeki birini edebi bir öyküde ana anlatıcı olarak kullanıyorsanız kelimelerin temel anlamını kullanmalı, mecazdan kaçınmalı, o yaş grubunun temel duygu ve davranışları hakkında bilgi sahibi olmalısınız gibi pek çok riskle karşı karşıyasınız.

 

İyi araştırmış olmalısınız…

Dili iyi kullanabildiğimi biliyorum. Bu noktada herhangi bir sorun yaşamıyorum ama içerik anlamında elbette beslenmem gereken kaynaklar oluyor. Genel olarak gözlemlerden besleniyorum. “Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar,” dedikleri gibi, damdan düşenleri takipteyim. Araştırma da yapıyorum ama çok başım sıkışırsa…

 

Kitabınızı Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfetmişsiniz… Neden Uşaklıgil?

 

Evet. Hâlid Ziya Uşaklıgil’i çok çok başka bir yerde görüyorum. Modern Türk romanının kurucu ismi ve çok değerli bir yazar olmasının ötesinde, cesur ve öncüdür de… Döneminde kimsenin cesaret edemediği şeyi yapıp romanla kadına kimlik kazandırmış; Türk romanına da dünyaya açılacağı kapıyı aralamıştır. Yolunda, izinde olduğumu bilsin istedim.

 

Yazarken en çok nelerden motive oluyorsunuzİçerik anlamında kendinizi nasıl besliyorsunuz?



Ben zaten yazmayı çok seviyorum. Kimileri futbol maçı seyretmeyi sever ya, öyle bir şey… Dolayısıyla ekstra bir pekiştirece gereksinim duymuyorum. Daha iyilerini yazma noktasında motivasyonumu yükselten ise başaracak olmamın verdiği his oluyor. Klasik müziğin etkisini de inkâr edemem tabii ki. Müzik ve doğa beni sakinleştiriyor.

 


Kendi kitabınızı yazmak için neden bu kadar geciktiniz?

Aslında yazmak için değil, yayımlamak için geciktim çünkü Kahramanım 2014 yılından beri hazırdı. Ondan evvel, 2009’da başlayıp üç yılda tamamladığım bir romanım daha vardı, Saklı Hikâyem. Her ikisini de birkaç yayınevine gönderdim. Kimi dönmedi, kimi yayımlatmak için matbaa masraflarını ödememi istedi, kimi masraflar + ekstra ücret istedi vesaire… Ticari kısmı beni soğuttu. Öncelikli amacım (kendim için) kitap yazmaktı; (başkaları için) kitabı yaymak değil. Hem yayımlanma etabı, yazmak gibi tüm sürece sizin hâkim olduğunuz bir iş değil. Bu noktada edilgen kaldım. Ancak sonra bir yerden başlamam gerektiğini düşünüp ayaklandım. Tabii biraz da yakın dostlarım hadi hadi diye tetikledi. Doğru zaman şimdiymiş. Beklediğim için hiç pişman değilim.

 

Kitabınızı ilk roman yarışmalarına göndermeyi denediniz mi?

O yarışmalara güven duymuyorum. Ucunda ticari bir kurum olan hiçbir yarışma bana samimi gelmiyor. Danışıklı dövüş gibi…

 

Artık bir yazarsınız. Bundan sonra yaşamınızda ne değişecek?

Dış dünyaya kendini çok açmayan bir yapıya sahibim. Sevdiklerimi çok seviyorum, sevmediklerimi hiç sevmiyorum ve dolayısıyla yaşamıma almıyorum. Belki kibar bir merhaba, ayaküstü bir sohbet, hepsi bu. Yazar olmak elbet harika bir his. Siz öldüğünüzde de beyin kıvrımlarınızdan geçenleri bilecek birileri var, adınızı bilecek birileri var… Belki ters giden bir şeylerin değiştirilmesine katkınız olacak, belki birçok yaşama dokunacaksınız vesaire… Ancak bir de  bugünün gerçekleri var. “Bir gün bir kitap ‘yazdım’ ve tüm hayatım değişti” olmadı. Sabah kalkınca başka bir dünyaya uyanmadım. Aynı evde, aynı yatakta uyuyorum geceleri. Aynı dostlarla tatile çıkıyorum ve çıkacağım. Aynı alışkanlıklarım sürecek, yine takı yapacağım, yine bisiklete bineceğim, yine saçlarımı değiştirmekten bahsedip hiçbir zaman cesaret edemeyeceğim ve yine kalabalık önünde konuşmaktan imtina edeceğim...

 

Ünlü olmaktan korkuyor musunuz?

Edebiyatçılar genellikle öldükten sonra ünlü olurlar ama tersi olursa da korkmuyorum. Yaptığınız işin getirileri olabilir elbette. Didiklenince etrafa kötü kokular yayılacak bir yaşamım yok. Kendi sessiz, sakin dünyamda kitaplarla düşüp kalkan, kimseyle işi olmayan bir tipim. Benden malzeme de çıkmaz zaten…

 

En sevdiğiniz yazar ve en sevdiğiniz kitap hangileri?

Eskilerden Hâlid Ziya Uşaklıgil, günümüzden Orhan Pamuk en sevdiğim yazarlar. Yine Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sabahattin Ali de hayranı olduğum isimlerin başında… En sevdiğim romanlar Bir Ölünün Defteri ve Kara Kitap.
İmza günü düzenlediniz mi?

 

Henüz değil. Fuarda düşünüyoruz ama bunlar yayınevinin belirlediği programlar. Öncesinde duyurulacaktır. Ben de belli olduğunda sosyal medya hesaplarımda paylaşacağım.

 

Türk edebiyatını nerede görüyorsunuz?

Benim yorumumdan öte gerçekler var. Dilimiz, konuşan kişi bakımından dünyada beşinci sırada. Yapısı bakımından çok özellikli, kapsamlı, zengin… Kanımca Türk edebiyatı, Yunan ve Rus edebiyatları ile birlikte, dünyanın zirvesinde. Bunu geliştirerek çoğaltmaya devam edecek yepyeni isimler yetiştirmeliyiz.

 

Okurlara ne söylemek istersiniz?

Dilerim Kahramanım’ı beğenirler… Fazla özleşmeyeceğiz çünkü ikinci kitabım Ekim ayında, üçüncüsü yeni yılın ilk aylarında raflarda olacak…


YORUMLAR

  • 0 Yorum