-
ERDOĞAN KAYA

ERDOĞAN KAYA


Ramazan fıkraları

24 Haziran 2015 - 17:11

Ramazan güzel gidiyor, Sayın Valimiz Belediye Başkanımız her gün fakir fukara ile birlikte oruç açıyor. Belediye mahallelerde iftar çadırları kurarken, teravihten sonra evinde sıkılanlar için hükümet meydanında Ramazan eğlencesi düzenleniyor. Valla ne diyelim fevkalade güzel bir Ramazan yaşıyoruz. Bizde bugün size birkaç Ramazan fıkrası anlatalım.      

       Bizi de yedirirsin!

     Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan yemekleri, yemek masasına hizmet eden çocuklar yermiş. Yani artan yemekler onların hakkı imiş.

     Bir iftar yemeğinde çorba içildikten sonra hoca cemaata:

     Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek sünnettir, der.

    Böylece çorba tamamen biter.

     Sıra sebze yemeğine gelir, hoca yine:

      Arttırmayın sünnettir” der yemek biter.

      Sıra pilava gelir, tatlıya gelir.

      Hoca:

     Sünnettir, diyerek, her şeyi cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç kalırlar.

      Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su döken çocuklarla hoca şakalaşmak ister:

     Balam sizin adınız ne, der.

      Çocuklar:

      Farz hoca efendi, derler.

      Hoca:

      Balam hiç farzdan ad olur mu?” der.

      Çocuklar da:

      Olur ya, sünnet diyelim de bizi de cemaata yediresin öylemi ?” derler…

       Bizim eve de buyursun!

       Bir zat Ramazan’da hiç evine gelmez, boyuna davetli davetsiz iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine gelerek:

      Bu akşam sizin efendiyi filan yerde iftara davet ediyoruz, buyursunlar, deyince,

       Evin hanımı:

       Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz görebilirseniz söyleyin. Bir gece de kendi evinde iftara buyursun!

       Borcun var mı?

       Bir ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet'e hitaben:

       Senin de borcun var mı Haşmet?' diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:

       Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...

       Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarladı sorusunu:

       'Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?'

        Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplamış:

       Paşam, oruç borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.

        Bu mahalleden değiliz de...

       Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,

       Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar.

       Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, "zebaniler, alevler, katran kuyuları” dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir.

       Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.

      Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık sesle,

      Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor.

      "Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor bizimki,

      "Peki ne dediğini anlıyor musunuz?” "Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?”

      Adam hayretle devam ediyor,

      Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?

      Şair cevap veriyor:

      Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!