-
FUAT TÜRKER

FUAT TÜRKER

'in Kaleminden...

Büyü

17 Kasım 2014 - 11:07

“Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur'an-ı Kerim’e inanmamış olur.” (Bezzar)

Büyü ve sihir gibi batıl inanışlar, Kur'an’da, “şeytanın işi olan pislikler” olarak ifade edilir. Ve şeytanın aldatmacası olan bu yöntemleri Allah haram kılar.

Kur’an'da haber verildiği üzere Hz. Süleyman (as)’ın yaşadığı dönemde büyüye başvuran ve bunu kötü amaçlarla kullanan bazı insanlar vardır. Kur’an’da bu olayın anlatıldığı kıssa, tüm insanların sihir, büyü gibi sapkın yöntemlerden özenle sakınmaları için önemli bir örnektir. Kıssada, Hz. Süleyman(as) döneminde bazı Yahudilerin özel bir ‘büyü ilmi’ öğrendikleri bildirilir:

"Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme’ demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi." (Bakara Suresi, 102)

Ayetlerden, şeytanların Harut ve Marut adlı iki melekten öğrendikleri büyü yöntemlerini, insanlara öğrettiklerini anlıyoruz. Melekler bunun bir deneme olduğu söyler, inkâra sapmamaları yönünde bu kişileri uyarırlar.

Şeytanlar elbette bunu insanlara kötü amaçlarla öğretirler. İnsanların arasını açmak için bu batıl inanışlarla zaman geçirmek, şeytanın oyununa gelmektir. Sihir ve büyü benzeri işlerle uğraşanlar da, amacı insanları doğru yoldan engellemek olan şeytanın bu aldatmacasına kanmış kimselerdir… Niyetleri kendilerince hayır dahi olsa.

Büyüyü kurtuluş, huzur, refah ya da başarı yolu olarak görmek büyük yanılgıdır. Çünkü Rabbimiz dilemedikçe hiçbir insan bir başka insan için zarar ya da yarar dileyemez. Allah’ın dışında hiçbir kuvvet, insana zarara ya da yarara güç yetiremez. Tüm bu batıl inançlar birer kandırmacadır.

Allah, Hz. Musa(as) kıssasında, ”Büyücüler, kurtuluşa ermezler.” (Yunus Suresi, 77) ifadesiyle, büyünün, yapan kişileri azaba sürüklediğine dikkat çeker. Kıssada Hz. Musa (as)'ın, Firavun'un sihirbazları ile yaptığı karşılaşma anlatılır. Bir bayram günü, Firavun'un sarayının bahçesinde, büyük bir kalabalık önünde yapılan karşılaşmada önce büyücüler asalarını atarlar. Âsâları yılana dönüşür, izleyen insanların gözleri büyülenir ve dehşete düşerler.

Musa(as), daha önce âsâsının yılana dönüştüğünü görmesine rağmen kendi içinde bir tür korku hisseder. “Korkma" diye buyurur Allah, “muhakkak sen üstün geleceksin. Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir, büyücü ise nereye varsa kurtulamaz."

Allah, "Âsânı fırlatıver" diye vahyettiğinde, Musa(as) âsâsını fırlatınca, izleyenler bakarlar ki, "o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor." (Araf Suresi, 117)

Hz. Musa(as)'ın âsâsının yılana dönüşmesi, büyücülerin yaptıkları gibi bir illüzyon değildir. Allah bir mucize yaratır ve böylece büyücülerin tuzakları kendi tepelerine iner. Allah, şeytanî olan tuzağı Kendi Rahmanî tuzağını sebep kılarak gidermiştir.

Hak ve doğru olan Musa(as)'ın âsâsı, bâtıl ve yalan olan sihirbazların âsâlarıdır. Önce bâtıl ortaya dökülür, ardından hak ortaya çıkar ve bâtılı yutar, yok eder.

Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar (Habir) olan Allah izin vermeden, büyü kesinlikle bir sonuç vermez. Rabbimiz büyünün etkisini de-diğer her şey gibi-bir hikmet üzere yaratır.

Rabbimizin dilemesi olmadan hiç kimsenin zenginlik, güç ya da farklı bir imkânı büyü gibi yöntemlerle elde etmesi mümkün değildir. Allah, büyünün gücü olduğuna inanan ve bu yolla çıkar sağlayan kişilere bu şeytani uygulamaları bir belâ olarak verebilir. Bu batıl yollara sapanlar için, büyü, dünya hayatında azap dolu bir karşılık haline gelebilir.

İnanan insan batıla başvurmaz. Derdini, sıkıntısını yalnızca Allah'a açar, O’ndan yardım diler, O’na güvenip dayanır. Ve der ki; "... Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden ve haset ettiği zaman, hasetinin şerrinden." (Felak Suresi, 1–5)

 Ne büyünün, ne de ayette söz edilen ‘düğümlere üfüren kadınların’ hiçbir bağımsız güçleri yoktur. Tek güç sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah'tır; dilediği insana dilediği kadarını verir. O’ndan başkasından yardım beklemek, “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran Suresi, 160) ayetiyle haber verildiği gibi, boş bir çabadır.

İnsanı sıkıntılardan, korku, panik ve çağın hastalığı olan stresten uzak tutacak, kalbine şifa olacak asıl şey, Allah’a sarılmaktır. Allah’a yakın olmak, O’na sığınmaktır. Kimi insanların reiki, yoga, meditasyon gibi uygulamalara ya da ‘yaşam koçu’na başvurma sebebi, yaşadıkları stresten uzaklaşabilmek, huzuru ve güveni bulmaktır. Bu yöntemler de genellikle iç huzur, ruhsal denge gibi kavramlar kullanılarak tanıtılır. Ancak bu ritüeller insanları, gerçek anlamda iç huzura asla ulaştıramaz. Kalbe hitap etmeyen yöntemlerle psikolojik destek insana yarar sağlamaz.

 İnsan, yaratılışına uygun, Rabbine iman ederek yaşadığında kalbi tatmin bulur. İnsanın en büyük yardımcısı Allah’tır. Allah’tan uzak kaldıkça kalp kararır, körelir. Dünya ve sonsuz ahiret hayatında gerçek huzur ve mutluluk, Allah’a samimi imanla ve O’nun sınırları içinde yaşamakla mümkündür. Çünkü, ”... Allah, Hakkın ta Kendisidir. Onun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir...” (Hac Suresi, 62)

İnsan, fıtratı ve özü gereği hakkı ve doğruyu arar, bâtıla talip olmaz. Bediüzzaman'ın ifadesiyle hak galebe çalıcıdır, hakka galebe çalınamaz. Bâtılın hakka galebesi geçicidir. Hedefe meşru olmayan bir yolla gitmek mağlubiyet getirir. Esas alınması gereken hak ve sıdktır, doğruluktur.

Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz." (Taha Suresi, 69)