-
FUAT TÜRKER

FUAT TÜRKER

'in Kaleminden...

Münafık

30 Nisan 2018 - 07:08

“Münafıkların kendilerini ele veren alâmetleri vardır: Selamları lânettir. Yemekleri gasp ve yağmadır. Ganimetleri hile ile kazançtır. Mescitlere aralıklı yaklaşırlar. Camide kılınan namazın sonuna ancak yetişebilirler. Kibirlidirler. Ne sevilirler ne de severler. Gece odun gibi sessiz, gündüz gürültücüdürler.”(İmam Ahmed ve Bezzar/Cem’ul Fevaid, H No: 8110)

 

Münafık, mümin topluluğunun içinde bulunur ve birlikte iken de ayrıldıktan sonra da gizli ya da açıktan onlara zarar vermeye çalışır.

 

Münafık, müminlerin arasında onların yaşam tarzına uyum sağlamış olmasından da anlaşıldığı gibi, onlarla birlikte Allah'ı anar, Kur’an ayetlerini okuyup öğrenir. Ancak tüm bunlara rağmen, imandan sonra inkâra sapar.

 

Bu, onların iman etmeleri sonra inkâr etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafıkun Suresi, 3)

 

Allah'ın varlığını ve birliğini kabul eden, iman eden, Kur’an'a itaat eden bir insan nasıl 'bir anda' Allah'a isyan edip sapar?

 

Münafıkların kalpleri, imandan çok inkâra yatkındır. İmanî zafiyet içindeki bu kişileri yoldan saptırmak elbette şeytanın işidir. Şeytan onları kendi yoluna çekmek için çeşitli tuzaklar kurar. Şeytanın tuzaklarına karşı uyaran Kur’an’ı iyi bilen münafık, kendisine belli oyunlarla yaklaşan şeytanın tuzağına aslında 'bile bile' düşer. Çünkü;

 

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır… (Bakara Suresi, 10)

 

Dolayısıyla müminlerin arasından ayrılan münafığın, “ben oradayken anlamadım, sonradan aydınlandım” yalanının inandırıcılığı yoktur. Müminlerin arasında yaşarken bir şeylerin yanlış gittiğini düşünüyorsa önce bir şüphelenme süreci olmalı. Sonrasında ise bir araştırma süreci. Ki yıllarını, gençliğini vermiştir sonuçta. Sonra delil elde etmeli, kesinleştirmeli. Müminlere sormalı; "böyle bir durum var benim aklıma yatmadı" demeli. Ya da hiçbir şey yapmadan yollarını ayırmak istediğini söyleyip, medenî bir şekilde gitmeli. Zaten münafık zihnen bile gitmek istiyorsa, davaya artık faydası olmayacağı için gitmesi müminlerin lehinedir. Bu, bir asalaktan kurtulmaktır.

 

Münafığın, dediği gibi gerçekten yıllar sonra bir şeylerin yanlış gittiğini düşündüğü için gitmiş olsa, bir karar verme süreci yaşaması gerekir. Oysa bu zaman gerektiren süreç sanki bir anda gerçekleşmiş gibi tam tersi bir ifade değişikliği ile münafık aleyhte propagandaya, yalanlara, iftiralara başlar.

 

Meselenin aslı şudur: Münafık aslında müminler arasına bir çıkar elde etmek için gelir. Bakar ki ortam güzel, insanlar güzel; orada kalır. Önceki hayatında yaptığı çirkinlikleri müminlerin yanında yapmaz, yapamaz. Ama yıllarla birlikte gençliğinin de geçip gittiğini düşünür ve artık gitme vaktinin geldiğine karar verir. “Zararın neresinden dönersem kârdır” mantığıyla, gizlice ne koparabilirse alır, ayrılır. Yaptığı utanmazlık çevresi tarafından yadırganacağı için bu defa da mağduru oynamaya başlar.

 

Bu, olayın görünen yönüdür. Batında konu ise şudur; münafık görevi gereği münafıklık yapar. Her insan gibi o da kaderinde olanı yaşar. O münafıklığın azgınlığını yaşarken, müminlerin birbirine olan tesanüdü artar. Allah, müminleri sevdiği ve onların Katındaki derecelerini ve cennetteki mevkîni yükseltmek için münafığı saldırtır ve yine müminlerin elleriyle onu rezil eder. Görevi bittiğinde, bu dengesiz mahluğun dünyadaki azap dolu hayatı, ahirette değersiz bir çöp gibi atıldığı cehennemin en izbe ve en ürkütücü yerlerinde devam eder.

 

Peygamberimiz(asm) döneminde de münafıklar yıllarca Kur’an’ın hak ve Peygamberimizin doğru ve haklı olduğunu tüm güçleriyle anlatıyorlardı. Sonra bir anda, daha doğrusu artık çıkar elde edemeyeceklerini anlayınca tam tersini anlatmaya başladılar.

 

Allah, münafığı, müminlerin içinde bulunduğu sürece istemese de İslam’a hizmet ettirir. Yaptığı hizmet ise sonrasında onun için azap olur… Oysa dünya hayatında;

 

İbadetlerini, canını, gençliğini, vaktini, uykunu, malını âlemlerin Rabbi olan Allah'a vakfedecekti. (En’am, 162)

 

Sabah akşam Allah'ın rızasını isteyerek dua edenlerle birlikte sabredecek, dünya hayatının geçiciliğine dalıp onlardan uzaklaşmayacaktı. (Kehf, 28)

 

İyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan, üzerindeki zincirleri kıran elçiye uyacak, ona destek olup savunacak, yardım edecek ve onunla birlikte indirilen nuru izleyecekti. (A’raf, 157)

 

Ve tüm bunları kalben inanmış olarak samimiyetle yapacaktı. (Nisa, 124)

 

İşte o zaman artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilirdi. (Mülk, 67)

 

… Acaba münafıklar da Yusuf(as)’ın kardeşleri gibi hatalarını anlayacaklar mı?

 

Dediler ki; "Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir ve biz de gerçekten hataya düşenler idik." (Yusuf Suresi, 91)

YORUMLAR

  • 0 Yorum