-
ABDULLAH GÜDENDEDE

ABDULLAH GÜDENDEDE


Biyolojik Savaş

17 Aralık 2014 - 19:05

Dünya üzerinde savaşlar hiç bitmiyor. Savaşların hazırlık aşamasında sağlık çok önemli bir yerde durmazken savaştan sonrasında tedaviler için sağlık olmazsa olmazdır. Savaşlar devam ettikçe tedaviler için sağlık hep bir ihtiyaç olacaktır. Birinci ve ikinci dünya savaşında yaralıların tedavisi ve sakatlık durumlarında rehabilitasyon dünya da sağlık alanı için gelişme ortamı oluşturmuştur. Sağlık alanındaki branşların çoğu bu zamanlardan sonra ortaya çıkmıştır. Son derece vahim olan savaşlardan sonra yaraları sarmak ve sonucu düzeltmek yine insana kalmıştı. İnsan savaşta kullanılan silahları yeterli görmeyip yeni arayışlara girmesiyle artık sağlık bir kurtarıcı olarak değil silah olmaya da başaladı. Özellikle biyolojik savaş kavramı sağlıkta ilerlemenin çok olduğunu artık savaş sonu değil savaş öncesi bir silah olduğunu bize gösteriyor.

Biyolojik savaş, patojen mikroorganizmaların kullanılarak insan, havyan ve bitkilerin öldürülmesi ya da etkilerinin kısıtlanmasına yönelik bir savaş yöntemi şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlama, içerisindeki yöntemler ve uygulanma alanı olarak doğrudur. Ancak kullanım alanı olarak oldukça geniş bir şekilde dünya coğrafyasına yer buluyor. Günümüzde büyük bir korku oluşturan tedavisi olmayan hastalıkları insana bulaştıran maddelerin bir şekilde yayılması hem devletlerin hem de terör örgütlerinin oldukça ilgisini çekmektedir. Uzun süredir bu şekilde devam eden biyolojik savaş, sadece bundan ibaret kalmıyor; insanların gözlerinden ırak tutulmak istenilen coğrafyalarda da bu biyolojik savaş unsurlarının kullanılması muhtemeldir. Büyük maden yatakları başta olmak üzere çeşitli coğrafi kaynakları olan Afrika kıtası nedense hep iç savaşların hiç durmadığı her gün yeni bir kabilenin iktidarı ele geçirdiği bir türlü otorite boşluklarının dolmadığı devletlere sahip. Buraya kadar olan kısmı zaten herkes bir şekilde duymuştur. Yakın zamanda ülkemizde ki bir sivil toplum kuruluşunun Afrika için yardım kampanyaları ve o bölge ile ilgili çalışmaları sayesinde aslında hem Türk kamuoyu hem de dünya bölgeden daha çok haberdar olmaya başladı. Malumunuz devlet otoritesi ol(durul)madığı için güvenlik problemi dışarıdan gözlem amaçlı da olsa doğru bilgi akışı sağlayacak kişilerin girebilmesine imkân tanımıyor. Bunun yanında içte de yine malum sebeplerden dışarıya bilgi akışı olmuyor. Ama dış dünyanın da Afrika ya tamamen ilgisiz kalmaması içte oluşturulan kargaşanın bu ilgiyi önlemede yetersiz olması burada çıkarları olanların yeni yöntemler kullanmaya ittiğini söyleyebiliriz.

Ebola virüsünü ve ülkelerde oluşturduğu infiali basın yoluyla hepimiz sıkça duyduk. Her zamanda korkulu bir hastalık olarak zihnimizde yer etmiştir. Nasıl etmesin bulaşması ve ölüm arasında 12 gün kadar bir süre var. Nasıl bulaştığı konusu ise hala büyük bir soru işareti. Meyve yarasından bir şekilde vahşi hayvanlara buradan da vahşi hayvanların etini yiyen insanlara geçtiği ihtimali konuşulurken kesin bir sonuç hala alınmadı. Tedavi olarak kesin bir tedavisi yok, uygulanmaya çalışılan tedaviler semptomları tedavi etmeye çalışmaktan ibaret. Bu hastalığın şuana kadar işe yarayacak şekilde bir aşısı da üretilmiş değil. Hastalığa eldeki bu veriler ışığında baktığımızda nasıl bir korku imparatorluğu kurduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.

İlk görülmesi 1976 yılında Afrika da olan bu kadar kısa sürede hastayı ölüme sürükleyen virüs bu zaman diliminden sonra da az olsa bir şekilde görülüyordu. Ne hikmetse 2000 yılında ve 2014 yılında bu virüs bütün yılların toplamından fazla görüldü. Dünya da Afrika ya gitmek ölümle denk hale geldi. İç karışıklıkları bir şekilde aşmayı başaran ya da bir güvenli hat oluşturan yapılar bu kez ölümcül bir hastalığın tarihinde hiç olmadığı kadar yayıldığı haberi ile büyük bir şok yaşadı. Dünyanın Afrika kıtasına olan ilgisinin arttığı bir dönem de görülme sıklığının neredeyse sıfıra yaklaşan bir hastalığın tekrar ortaya çıkması zamanlaması bakımından gerçekten manidar.

Sağlıklı, mutlu ve ağrısız günler dileğimle…