-
RAMAZAN TOPRAK

RAMAZAN TOPRAK


'adem'

16 Şubat 2016 - 10:36

dobra dobra sesleniyoruz,

"iç politikada

yola çıktığın arkadaşlarını

yolda bulduklarınla değiştirerek

iktidar gücünü bir biçimde(!) tekeline alırsan..

bunu yaparken güvendiğin tek unsur

bir biçimde(!) arkaladığın seçmen tabanı ise..

bu başarıdan(!) aldığın güven ve cesaretle

dış politikada da aynı yönteme başvurursan,

dünya kamuoyu olmasa bile

soyunduğun islam dünyası desteğini arkanda sanıp,

yabancı muhataplarını da aynı yöntemle

yolda bulduklarınla değiştirmeye başlarsan,

gösterirler adama dünyanın kaç bucak olduğunu..

kimse kimseye ne mecbur ne mahkum"



bunu anladığında iş işten geçmişti..

dışarısı içeriye hiç mi hiç benzemiyordu..

tribündekiler de benzemiyordu, sahadakiler de..

ne yaparsa yapsın ne derse desin

alkış tutmak yerine

dikkatlice takip ediyorlar,

doğru yapınca destek veriyorlar,

yanlış yapınca önce diskur çekiyor,

haddini aşınca haddini bildiriyorlardı..

"uluslararası meşruiyet krizine" sokuyorlar,

"muhatap kabul etmeyerek" cezalandırıyorlardı..

dışardakiler içerdekilerine hiç mi hiç benzemiyordu..

içerdekiler gibi "toplum desteği arkamda" sopasını iplemiyor,

susmayanları çatlasa da trenden atamıyordu..

"koltuk kimseye bâki değil" bahanesine sığınamıyor,

yırtınarak tribünlere oynasa da kazanamıyor,

koltuğu dursa da itibar kaybediyordu..

bu işte bir terslik(?) vardı..



asıl gerekçe,

gücü kimseyle paylaşmamak,

donanımlı ve tecrübelilerin yanında

hayli gerilere düşeceği korkusu muydu..?

lafazan tâifenin bilgelik diye yutturduğu

ama işine geldiği için sesini çıkarmadığı

hayal yolculuğu daha ne kadar devam edebilirdiki..?

etmedi de nitekim, geldi geldi duvara tosladı..

gelinen nokta itibariyle hem içerde hem dışarda

dostlar düşmanlaştırıldı, düşmanlar dost kılınamadı..

gerçek dost kalmayınca yıkılmaları mukadder oldu,

ebâ müslim horasanî'nin dediği gibi..

bu sözü duvara değil yüreğine asmalıydılar..

"şimdi bunun zamanı mı, hele şu ...

âcil durumları bi'halledelim, sonra bakarız"

ötelemeleri, sorunlarımızı büyütmekten ve

çözümsüzleştirmekten öteye geçmiyor..

her konuda öncelikli sorun haline geldiyse,

âcil sorun budur.. yoksa mesele, takıntı falan değil..



dememiz o ki,

sloganla ülke yönetilebilseydi,

"komşularla sıfır sorun" hedefinde,

"komşularla sırf sorun" noktasına gelinir miydi..?

"proaktif dış politika, dünyada barış" diye diye

dünyayla savaş noktasına gelinir miydi hiç..?

içerde kaos noktasına gelinir miydi hiç..?

onun açılımı bunun açılımı

aç-kapa aç-kapa gazoz şişesi sanki,

açılımlarının hepsi de hüsranla kapandı..

yöneticilik işi evcilik oyunuyla karıştırılmış gibi..

'madem işi bilmiyordun, niye çıktın koltuğa' demezler mi..?



. tüm sermayesi mağduriyet edebiyatı yapma,

âcizlik ağıtı yakma, şikayet etme, bahane bulma,

mazeretler üretme, suçu başkalarına atma olanlar,

işgal ettikleri koltuklarda geçirdikleri her saat ile

zamanımızı emeğimizi lokmamızı geleceğimizi çalıyorlar..

. stratejik yanlışlarını ört-bas ile vahim halleri

basit taktiksel hamlelerle düzelteceğini zannedenler,

ülke idaresini bakkal idaresi sanıyor herhalde..

. sıkıştıkları her konuda kupkuru hamâsetle

oyun kurucular karar yapıcılar(decision makers)

ve uygulayıcısı küresel aktörler nezdinde

gülünç bir blöften öte geçemeyeceğini bile bile

tribünlere oynamak, diplomatik sefalet..

. aynı noktalara vurgudaki ısrarımız,

sorunların düğümlendiği noktaların

sorunların çözüm noktaları olmasından..

çözüm nokta/ları karşıdakilerce çözülünce(?)

sorunlar çözümsüzleşip kangrene dönüşüyor, birer birer..

meramımız o ki,

adem'e mahkumiyet,

ademe/yokluğa mahkumiyettir..



E-Posta: [email protected]