Toplumda bazı kavramlar vardır ki, zamanla yanlış kullanıla kullanıla hem anlamını hem de değerini kaybeder. “Meslekte şiddet” de bunlardan biridir. Her kavga, her bağırış, her saldırı aynı nedenden kaynaklanmaz. Bir olay okulda ya da hastanede yaşanmış olabilir ama bu, onun mutlaka meslekle ilgili bir şiddet olduğu anlamına gelmez. Ne yazık ki zamanla bu farklar göz ardı edilir. Tüm olaylar aynı başlık altında toplanır. Böyle olunca da kavramlar karışır, olayların asıl nedeni görünmez hale gelir. Bu da hem gerçeğin üzerini örter hem de toplumun doğru tepkiler vermesini engeller.
Bir kişinin bir okulda ya da hastanede şiddete uğramış olması, yaşanan olayı doğrudan eğitimde ya da sağlıkta şiddet kategorisine sokmaz. Mekân her şeyi belirlemez. Önemli olan, kişinin mesleki görevini icra ederken, bu görevle ilgili sebeplerle hedef alınmış olmasıdır.
Bir öğretmen, bir öğrencinin velisi tarafından çocuğa düşük not verdiği gerekçesiyle tehdit edilir, hatta fiziksel saldırıya uğrarsa bu eğitimde şiddettir. Ancak aynı öğretmen, eski sevgilisi tarafından okul bahçesinde saldırıya uğrarsa, bu elbette vahim bir şiddet vakasıdır ama eğitimde şiddet değildir. Zira burada mesleki kimlik değil, kişisel bir mesele söz konusudur.
Benzer biçimde bir doktor, muayene sırasında hasta ya da yakını tarafından darp edilirse sağlıkta şiddettir. Ancak doktor, araba sattığı bir kişiyle hastanede karşılaşıp ticari bir anlaşmazlık yüzünden saldırıya uğrarsa, bu meslekle değil, kişisel yaşamla ilgilidir.
Bu kavramsal bulanıklık yalnızca eğitim ve sağlıkla sınırlı değil. Bir zabıta memuru, ruhsatsız tezgâh açan biri tarafından denetim sırasında tartaklanırsa bu kamu görevlisine yönelik şiddettir. Ama aynı zabıta memuru, aile içi bir mesele nedeniyle kayınbiraderi tarafından sokakta darp edilirse, bu olay “kamuda şiddet” başlığıyla verilemez.Bir polis memuru görev başında saldırıya uğrarsa bu elbette kamu görevlisine yönelik şiddettir. Ancak görev dışında, apartman komşusuyla yaşadığı bir gürültü tartışması kavgaya dönüşürse bu artık meslekle ilgili değildir.
Zabıta, polis, kamu görevlisi gibi farklı mesleklerde de aynı hatalı sınıflandırmalar söz konusudur. Görev başında ve kamu sorumluluğu taşırken gelen saldırı ayrıdır; apartmanda ya da aile çevresinde yaşanan tartışma ayrı.
Bu noktada, mesleki şiddetin ölçütü olabilecek bazı temel soruları sormak gerekir:
1-Bir kişi, mesleki kimliği nedeniyle mi hedef alındı?
2-Yaşanan olay, mesleki sorumluluk alanı içinde mi gerçekleşti?
3-Fail ile mağdurun ilişkisi, kamu hizmeti zemininde mi kuruldu?
Bu sorulara evet yanıtı verilemiyorsa, yaşanan olayın meslek kaynaklı değil, şahsi bir şiddet olayı olduğunu kabul etmek gerekir.
Bir kamu görevlisinin, kişisel meselelerden kaynaklanan bir çatışmayı “meslekte şiddet” kisvesi altında sunması, yalnızca bir yanlış nitelendirme değil, aynı zamanda devlet gücünün kötüye kullanımıdır. Kamu gücü, mesleki sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında maruz kalınan saldırılara karşı bir koruma sağlar; özel hayat meselelerinde değil.
Aynı şekilde, meslek örgütleri ve sendikaların da üyelerini her olayda koşulsuz savunması, ilk bakışta dayanışma gibi görünse de uzun vadede hukuki ve toplumsal dengeleri bozar. Gerçeği eğip bükerek savunmak, meslek onurunu korumaz; aksine, o mesleğe olan inancı zedeler.
Bu tarz nitelendirmeler kamuoyunun algısını bulandırır. Çünkü insanlar, gerçekte mesleki bağlamda yaşanmış bir saldırı karşısında bile “Acaba bu da kişisel mi?” şüpheciliğine kapılır. Bu da gerçekten korunması gereken kamu çalışanlarının sesini bastırır.
Şiddet kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin kabul edilemez. Ancak şiddetin kaynağını doğru adlandırmak, hem hukuk hem vicdan için zorunludur. Kavramların içini boşaltmak, gerçek mağdurların görünmez kalmasına neden olur.
Gerçekten görev başında saldırıya uğrayan bir doktorun, bir öğretmenin, bir zabıtanın, bir polisin sesi, bu yüzden daha az duyulur hale gelir. Toplum, her olaya aynı gözle bakmaz olur. Bu da hem kamu hizmetlerinin yürütülmesini hem de meslek onurunun korunmasını zorlaştırır.
Yanlış tanımlar, yanlış tepkiler doğurur. Her şiddet olayına "mesleki" etiketini yapıştırmak, hem cezanın niteliğini etkiler hem de kamu vicdanını zedeler. Gerçekleri tahrif ederek hak aramak, en nihayetinde haklının sesini bastırır.
Meslekte şiddet, hafife alınacak bir konu değildir. Ancak her olayı bu kapsama almak, bu kavramın kendisine yapılan bir haksızlıktır. Şiddeti durdurmanın ilk adımı, onu doğru adlandırmakla başlar.
Yorumlar
Kalan Karakter: