-
MESUT AVERBEK

MESUT AVERBEK


REEL POLİTİKA ÜZERİNE

03 Nisan 2024 - 17:36

  Maddenin kutsandığı bir çağda yaşıyoruz maalesef. Oysaki uğrunda savaştığın kutsal bir değerin var ise hayat anlamlıdır.  On sekiz yıllık öğretmenlik hayatımda gördüm ki tek hedefi çok para kazanmak, lüks bir hayat yaşamak olan gençler hep mutsuz ve umutsuzdur. Maddi hedefleri dışında manevi hedefleri de olan gençlerin ise adeta gözlerinin içi parlıyor. Hayata dört elle sarılmışlar ve büyük umutları vardır. Çünkü kutsal değerler ile ilgili kar zarar hesabı yapmıyorlar. Bu konuda çok net oldukları içinde kafaları rahattır. Aniden karşılarına çıkan yepyeni bir konuda her şeyi bilmek zorunda değiller. Aşmamaları gereken sınırları biliyorlar, nelerin müzakere edilip nelerin asla müzakere konusu olmayacağından eminler. Bazı net ilkeleri var ve onlar önlerine gelen yepyeni bir durumu hangi ölçülere göre değerlendirmeleri gerektiğini biliyorlar. Bu da onlara hayatta net bir duruş veriyor. Sabit bir çizgileri var. Bedeli ne olursa olsun bu çizginin dışına çıkmamaya kararlılar. Değer verdikleri bir düşünce, kişi veya eşya olabilir. Ne olduğu pek önemli değildir. Önemli olan ona biçtikleri anlamdır. 
       
Mesela ben kaleme çok değer veren iki insandan bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi Mehmet’tir. Mehmet’in hikâyesini anlatayım size:
       
  1992’nin son aylarıydı. Ben ve kardeşim İdris Mersin’de Hatice Uluğ İlkokulunda okuyoruz. Mehmet’te bizim ile aynı sınıfta okuyor. Sınıf öğretmenimiz Sabiha Öğretmen büyük bir özveri ile bizi ortaokula hazırlıyor. Sınıfta deney yaptırıyor ve deneyin sonuçlarını defterimize yazmamızı istiyor. Tabi bu iş için kalem olmazsa olmazlardan. Bir gün kardeşim İdris gelip bana:
  
  — Mehmet kalemimi almış vermiyor, dedi.
       
Tabi bende abi olarak hemen gidip Mehmet’ten kalemi istedim. Mehmet kalemin kendisine ait olduğunu söyledi. Kardeşime:
  
  — Mehmet kalem bana ait diyor, neden başkasının kalemini sahipleniyorsun, dedim.

    İdris bana:
   
— Abi benim kalemimin üstünde sarıçiçek resimleri vardı. Kalemliğime baktım kalem yoktu. Sonra bir baktım ki Mehmet’in elinde sarıçiçekli bir kalem var. O zaman anladım Mehmet benim kalemimi almış, dedi.
     
   Mahallenin tek kırtasiyesinde tek çeşit kurşun kalem satılmasına rağmen İdris’in gerekçeleri bana gayet mantıklı geldi. Okul çıkışı tekrar kalemi Mehmet’ten istedim. Mehmet kalemi vermek istemeyince aramızda tartışma çıktı. Tartışmaya mahalleden bir arkadaşımda katıldı. Ben, kardeşim ve arkadaşım kalemin bize ait olduğuna Mehmet’i ikna etmeye çalışıyorduk. Ama Mehmet bir türlü ikna olmuyordu. Tartışma kavgaya dönüştü. Mehmet üç kişiyle tek başına mücadele ediyordu. Kavgada Mehmet’in kafası kırıldı ama yine de aslan gibi mücadeleye devam etti. Ne yaptıysak kalemi Mehmet’ten alamadık. Ertesi gün Sabiha Öğretmenimizin olaydan haberi oldu. Beni Mehmet’in gözü önünde bir güzel haşladı. Öğretmen beni “Bir kalem için yaptığınıza bakın” diye azarlarken Mehmet’te gururla sarıçiçekli kalemi elinde tutuyordu. Mehmet açısından ilahi adalet çok çabuk tecelli etmişti. Yaptıklarımızın cezasını fazlasıyla çekmiştik. Keşke ilahi adalet her konuda böyle hızlı tecelli etseydi.
   
     Gelelim kaleme çok değer veren ikinci kişiye. Bunun Adı da Uğur.
       
Aradan birkaç ay geçti. Sabiha öğretmenimizin elinde gazete sınıfta ağlıyor. Sınıfta çıt yok. Herkes donmuş bir şekilde öğretmenimize bakıyor. Acaba öğretmenimizi ağlatan ne olabilir diye merak ediyoruz. Kimse yerinden kalkıp sormaya cesaret edemiyor. Bir müddet sonra tüm cesaretimi toplayıp:
  
 — Öğretmenim neden ağlıyorsun, diye sordum.
    Öğretmenim bana:
  
  — Oğlum Uğur Mumcu’yu öldürdüler, diye cevap verdi.
    Bende:
  
 — Neden öldürdüler Öğretmenim, diye sordum.
    Sabiha Öğretmenim çok üzgün bir şekilde:
  
  — Eğer o kalemini satsaydı öldürmezlerdi, diye cevap verdi.
      
  Adeta şok oldum. Demek ki öğretmenimin arkadaşları da kalem için ciddi sorunlar yaşıyorlar. Yine de biz onlardan daha medeniyiz en azından biz Mehmet’i öldürmeyi aklımızın ucundan bile geçirmedik diye düşünmüştüm.
      
  Bunlar benim hayatımda gördüğüm örnekler. Oysa Tarihte daha birçok örneği var. Bazıları fırsatçı, kaypak davranıp tarihe kara bir leke olarak geçmiş, bazıları ise doğrularından, ilkelerinden taviz vermeyerek adeta yolumuzu aydınlatan bir ışık olmuş.
       
Artık ilkesizliğin, fırsatçılığın, dönekliğin, her devrin adamı olmanın adı reel politik olma olmuş. Oysa biz çok sağlam bir gelenekten geliyoruz. Dik duruşumuzla yetişen nesle örnek olmalıyız. Çünkü biz farkında olmazsak bile yeni yetişen nesil bizi örnek alıyor. İşe yeni atanan bir memur bakıyor babası yaşında koca koca kelli felli adamlar ama korktuklarından ama menfaatleri gereği usulsüz iş yapıyor. Yeni atanan memur da bu koca adam yapıyorsa demek ki usul budur diyor. Esnafın yanında çalışan bir eleman bakıyor koca adam yalan söylüyor, malının kusurunu gizliyor, eksik tartıyor, müşteriye sahte ürün veriyor yeni yetişen eleman demek ki ticaret buymuş diyor. Sanayide çırak bakıyor ustası bozuk olmayan parçaya bozuk diyor, yan sanayi malı orijinal diye satıyor çırakta demek ki usta olmak böyle davranmayı gerekli kılıyor diyor.  O yüzden topluma örnek olacak insanların tavırları sadece kendilerini ilgilendirmiyor. Bu insanların kendilerinden sonra yetişen nesli de düşünmesi gerekiyor. Bu konuda Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav) şöyle buyurmuştur “Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir[1]” Burada efendimiz bütün katillerin aslında Kabil’i örnek aldıklarını söylüyor. Kabil de topluma kötü örnek olduğu için ondan sonra işlenen her cinayete payı vardır diyor.
    
    Sokrates’in öğrencileri Sokrates’ten geri adım atmasını istediklerinde Sokrates onlara:
  
  —Belki geri adım atardım ama insanlar bana bilge Sokrates dediler. İnsanlar Bilge Sokrates bile geri adım atıyorsa herkes geri adım atabilir diye düşünürler, dedi.
      
  Sokrates burada toplumun yozlaşmaması için topluma örnek olan insanların azimle ve cesaretle hareket etmelerinin önemine vurgu yapmıştı. Kim bilir belki de Uğur Mumcu’ya yazma dediklerinde gözünün önüne Özgür ve Özge gelmiştir. Bir an için bu şerli insanlar ile karşı karşıya gelmemek için yazmamayı düşünmüştür. Sonra ben yazmazsam beni örnek alanlar da yazmayacak ve bu ülkede özgür basın diye bir şey kalmayacak diye düşünüp yazmaya devam etmiştir.
      
  Bu konudaki belki de en meşhur örnek Kerbela olayıdır. Kufe halkı Hz. Hüseyin’e binlerce biat mektubu göndermişti. Hz. Hüseyin’den Kufe’ye gelip onları Yezid’in zulmünden kurtarması için yalvarıyorlardı. Hazreti Hüseyin daha önce hem babası Hazreti Ali'ye hem de ağabeyi Hazreti Hasan'a karşı ihanetlerine şahit olduğu Kufelilerin samimiyetlerini anlamak için amcasının oğlu Müslim bin Akil'i Kufe'ye gönderdi. Kufe'de yirmi bin kişi Müslim'in önünde Hazreti Hüseyin'e biat etti. Ancak daha sonra Kufeliler ihanet ederek, Emevilerin Müslim'i öldürmesine göz yumdu. Bu arada son gelişmelerden haberdar olmayan Hazreti Hüseyin, aile fertleriyle Kufe'ye doğru yola çıktı.  Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaştı. Hz. Hüseyin ona Kufe’deki durumu sorunca, Ferezdak:
  
  — Gitme ey imam vallahi Küfe Halkının kalbi seninle, kılıçları ise Beni Emeviler iledir. Çünkü Yezid onların midelerini tıka basa haram lokma ile doldurmuş, dedi.
      
  Gerçekten de olaylar aynen Ferezdak’ın öngördüğü şekilde gerçekleşti. Hz. Hüseyin Fırat Nehri kenarındaki Kerbela Çölü'ne varınca orada Yezid’in ordusu yolunu kesti. Yezid’in ordusundaki askerler Hz. Hüseyin’e saygı duyuyorlardı. Hz. Hüseyin namaz kıldırınca onlarda Hz. Hüseyin’in arkasında saf tutup ona tabi olarak namazlarını kılıyorlardı. Hz. Hüseyin vaaz verince duygulanıp ağlıyorlardı. Hz. Hüseyin Yezid’e biat etmeyi red edince de savaş başladı. Hz. Hüseyni’nin beraberinde 70 kişi vardı. Yezid’in ordusu ise 4500 kişi idi. Daha önce Hz. Hüseyni’nin arkasında namaz kılıp, Hz. Hüseyin vaaz verince ağlayanlar Hz. Hüseyin’in kafasını kesip bedenini çiğnemesi için atların önüne attılar. Hz. Hüseyin’in kafilesindeki kadınlara da saygı duymadılar.
      
  Kerbela olayı bize çok önemli iki ders veriyor. Birincisi reel politik davranmayı alışkanlık haline getirenler en kutsal değerleri bile menfaatleri uğruna yok sayarlar. İkincisi eğer hayatta ilkeli bir duruşun olmasını istiyorsan asla haram lokma yemeyeceksin. Asla hakkın olmayan bir makama yalan dolan ile gelmeyeceksin. Asla kendini başkasının cebine alıştırmayacaksın. Çünkü bu özellikler insanın şerefini ve onurunu yok eder.



[1] Buhârî, Cenâiz 33, Enbiyâ 1, Diyât 2, İ’tisâm 15
 

YORUMLAR

  • 4 Yorum
  • Hekim
    3 hafta önce
    Güzel şekilde acı gerçeklerimiz kaleminden akmış Mesut hocam yüreğine sağlık
  • M.demir
    3 hafta önce
    Kalemine sağlık Mesut hocam
  • Murat T
    3 hafta önce
    Mesut hocam çok güzel bir yazı olmuş gençlere ders niteliğinde emeğinize sağlık rabbim sizin gibi öğretmenlerin sayısını artırsın
  • Apo Mero
    3 hafta önce
    Mesut hocam kalemine eline sağlık güzel hikayeler barındıran bir yazı olmuş , maalesef çağımızın sorunu olan açgözlülük ve doyumsuzluk sürekli nefsimizi gıdıklıyor . Çok erken yaşta tanışılan sosyal medya da maalesef toplumumuzun temellerini titretmeye başladı Allah sonumuzu hayretsin