Her yıl aynı tartışmalar yeniden gündeme geliyor. Yılbaşı yaklaştığında, doğum günleri konuşulduğunda ya da insanlar ailece bir araya gelmek için belirli günler belirlediğinde, bazı çevrelerde sert bir karşı çıkış dili ortaya çıkıyor. Bu günleri önemseyen ya da vesile bilip bir araya gelen insanlar, açıkça ya da örtülü biçimde iman zayıflığıyla suçlanabiliyor. Oysa burada durup şu temel soruyu sormak gerekiyor: Bu tartışma gerçekten dinin meselesi mi, yoksa din başka bir alanın içine mi zorlanıyor?
Bu noktada yapılmayan şey, meseleleri fıkıh usulü içinde ayırmak. Din, her benzemeyi aynı kefeye koymaz. Her “başkasına ait” görünen şey de otomatik olarak dinî sembol sayılmaz. Aksi hâlde, İslam hukukunun asırlardır kurduğu ibadet–örf, niyet–fiil, sembol–âdet ayrımı anlamsız hâle gelir.
İbadet ile Örfün Bilinçli Olarak Karıştırılması
Öncelikle çok temel bir ayrımı netleştirmek gerekir. Yılbaşı da doğum günü de ibadet değildir. Dinî bayram da değildir. Bunlar modern hayatın içinde oluşmuş, toplumların zamanla geliştirdiği sosyal ve kültürel günlerdir. İslam hukukunda bu tür konular için açık bir ilke vardır: Hakkında açık bir yasak bulunmayan şeyler aslen serbesttir.
Bu kaide, keyfî bir serbestlik değildir. Bir davranış ibadet iddiası taşımıyorsa, haram bir fiil içermiyorsa ve açık bir kötülüğe yol açmıyorsa, sırf hoşumuza gitmediği ya da bize yabancı geldiği için günah ilan edilemez. Fıkıh burada niyeti, fiilin içeriğini ve bağlamını birlikte değerlendirir.
Buna rağmen bugün çoğu zaman fiilin kendisi değil, sembolü yargılanmaktadır. Niyet sorgulanmadan, davranışın içeriğine bakılmadan hüküm verilmektedir. “Kim bir kavme benzerse onlardandır” hadisi, bağlamından koparılarak mutlak bir slogana dönüştürülmekte; ibadetle örf arasındaki sınır bilinçli ya da bilinçsiz biçimde silinmektedir.
Oysa klasik fıkıh geleneği, teşebbüh meselesini üç başlıkta ele alır:
İbadet ve akide alameti olan şeylerde benzemek kesin olarak yasaktır. Hâlâ dinî anlam taşıyan sembollerde benzemek de caiz değildir. Ancak tarihsel olarak bir dine temas etmiş, fakat bugün dinî anlamı kopmuş, sekülerleşmiş ve toplumsal âdete dönüşmüş uygulamalar aynı hükme tabi tutulmaz. Bu ayrım yapılmadan kurulan her cümle, fıkhî değil ideolojiktir.
Bu noktada şu tarihî gerçek de göz ardı edilmemelidir: Peygamber Efendimiz’in, kendi döneminde gayrimüslimlere ait olduğu bilinen bazı kıyafetleri ve ayakkabıları giydiği sahih rivayetlerle sabittir. Resûlullah’ın Rum cübbesi giymesi ve papazların kullandığı ayakkabıları kullanması, bir eşyanın ya da kıyafetin dinî alamet olmaktan çıkıp örf hâline gelmesi durumunda hükmün de değişebileceğini açıkça göstermektedir. Demek ki fıkıh, şekle değil; şeklin taşıdığı anlama bakar.
Mevlid Örneği ve Tarihsel Hafızanın Unutulması
Bu noktada Mevlid örneği son derece öğreticidir. Bugün Mevlid Kandili, pek çok insan tarafından tartışılmaz bir dinî gün olarak görülmektedir. Hatta bazıları için Mevlid’e mesafeli durmak iman zayıflığı gibi algılanmaktadır. Oysa tarih bize Mevlid’in Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra ortaya çıkmadığını açıkça gösterir.
Mevlid’in asıl yaygınlaşması yüzyıllar sonra, özellikle Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları döneminde olmuştur. O dönemde Müslüman toplumlar hem askerî hem kültürel açıdan ciddi bir baskı altındaydı. Hristiyan bayramlarının toplum üzerindeki etkisi artmış, özellikle Noel gibi günler halk arasında bir cazibe oluşturmaya başlamıştı. Bu ortamda bazı âlimler, halkın başka dinlerin bayramlarına yönelmesini engellemek için Peygamber sevgisini merkeze alan bir karşılık üretmeyi uygun gördü.
Yani Mevlid, doğrudan dinî bir zorunluluktan değil, kültürel ve sosyolojik bir savunma refleksinden doğdu. Nitekim ilk dönemlerde Mevlid konusunda ciddi fıkhî tartışmalar yaşandı. Bazı âlimler Mevlid’i bidat olarak gördü ve sert şekilde eleştirdi. Zamanla bu eleştiriler yumuşadı, uygulama toplum içinde benimsendi ve bugün neredeyse dokunulmaz bir hâle geldi.
Bu süreç bize şunu gösterir: Sorun fıkıh değildir. Sorun, zamanla sertleşen ve sorgulanmaz hâle gelen kimlik algısıdır.
Dini İçerik Taşıyan ile Taşımayanın Yer Değiştirmesi
Burada dikkat çekici bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Mevlid dinî içerik taşır. Dua vardır, ibadet dili vardır, sevap beklentisi vardır. Yılbaşı ise sadece takvimsel bir değişimdir. Dinî bir iddiası yoktur. Fıkıh açısından bakıldığında, dinî iddia taşıyan uygulamalar daha sıkı denetlenir. Sırf sosyal adet olan şeyler ise örf kapsamında değerlendirilir.
Buna rağmen bugün dinî içerik taşıyan uygulamalar sorgulanmazken, dinî iddiası olmayan günler iman terazisine konulmaktadır. Bu yaklaşım fıkhî bir değerlendirme değil, ideolojik bir tutumdur. “Onlara muhalefet edin” hadisleri, bağlamından koparılarak her döneme ve her fiile genellenmektedir. Oysa bu hadisler belirli fiiller, belirli bağlamlar ve belirli illetler için söylenmiştir. İlleti kaybolan yerde kıyas da düşer.
Noel Baba, Çam Ağacı ve Hindi Meselesi
Bu tartışmalarda sıkça dile getirilen bir başka itiraz da Noel Baba, çam ağacı ve hindi meselesidir. Bu unsurların Hristiyanlığa ait dinî figürler ve ritüeller olduğu ileri sürülür. Ancak Hristiyanlığın kendi inanç ve ibadet yapısına bakıldığında bu iddia doğru değildir.
Noel Baba, Hristiyan inancının iman esasları arasında yer almaz. İncil’de yoktur. Kilise ayinlerinin parçası değildir. Bugün bildiğimiz Noel Baba figürü, büyük ölçüde Avrupa folkloru ve modern Batı kültürü tarafından şekillendirilmiştir. Özellikle 19. ve 20. yüzyılda popüler kültür ve reklamcılık bu figürü yaygınlaştırmıştır. Hatta bugün Noel Baba ile özdeşleşmiş olan kırmızı–beyaz renklerin dahi büyük ölçüde Coca-Cola reklamlarıyla küresel ölçekte standart hâle geldiği bilinmektedir. Yani ortada dinî bir figürden ziyade, modern tüketim kültürünün ürettiği bir ikon bulunmaktadır.
Çam ağacı süsleme geleneği de dinî bir ritüel değildir. Bu uygulamanın kökeni büyük ölçüde Kuzey Avrupa’daki eski pagan geleneklerine dayanır. Kışın yapraklarını dökmeyen ağaçların hayatı simgelemesi üzerinden gelişmiştir. Daha sonra Hristiyan toplumlarda kültürel bir süsleme geleneği olarak benimsenmiştir. Bugün kilisede yapılan Noel ayinlerinde çam ağacı süslemek ibadetin şartı değildir. Yapılmadığında ayin geçersiz sayılmaz.
Hindi yemek meselesi ise tamamen dünyevî ve pratiktir. Hristiyanlıkta hindinin dinî bir anlamı yoktur. İncil’de böyle bir emir bulunmaz. Hindi, özellikle Amerika’da kalabalık aileleri doyurduğu için tercih edilen bir yemektir.
Hristiyanlıkta Noel’in dinî boyutu kilisede yapılan ayindir. Dualar, ilahiler ve Hz. İsa’nın doğumunun anılması bu kapsamdadır. Bunlara bilinçli şekilde katılmak başka bir dinin ibadetine katılmak anlamına gelir ve İslam açısından caiz değildir. Ancak Noel Baba figürü, çam ağacı süslemek, hediyeleşmek ya da yıl sonunda ailece bir araya gelip yemek yemek dinî ritüel değildir. Bunlar kültürel ve toplumsal uygulamalardır.
Bu noktada dinî sembolle kültürel âdet arasındaki farkı yok saymak, haç gibi hâlâ akide alameti olan sembollerle sekülerleşmiş uygulamaları aynı kefeye koymak fıkhî bir tutarlılık üretmez.
Tefrika Üreten Dindarlık ve Asıl Kayıp
Asıl sorun tam da burada ortaya çıkmaktadır. Bizi Müslüman ya da kâfir yapan temel meseleler varken, tali konular iman-küfür diliyle tartışılmaktadır. Rüşvet sıradanlaşırken, adaletsizlik normalleşirken, kul hakkı görmezden gelinirken; bir insanın yılbaşı akşamı ailesiyle bir araya gelmesi iman meselesi hâline getirilmektedir.
“Dinde yok oluş tavizle başlar” sözü, niyet olarak anlaşılır olabilir. Ancak fıkıh, ihtimallerle değil gerçekleşmiş fiillerle hüküm verir. Bir davranış ileride başka bir yanlışa kapı aralayabilir endişesi, o davranışı başlı başına haram kılmaz. Aksi hâlde, ticaret, teknoloji ve modern hayatın tamamı aynı gerekçeyle yasaklanmak zorunda kalırdı.
İsraf gerçekten eleştirilecekse, bu eleştiri sadece yılbaşına değil, bayramlara, düğünlere ve iftar sofralarına da aynı tutarlılıkla yöneltilmelidir. Bir fiil takvim değişince günah olmaz. Bir davranış kutsal bir etiketle masum hâle gelmez.
Gerçek mümin, kendisini doğrudan Müslüman ya da kâfir yapan temel konular dışındaki alanlarda tefrika üretmez. Asli meselelerde nettir. Ahlakta tavizsizdir. Ancak tali konuları iman testi hâline getirmez. Bugün birçok ideoloji, kendisiyle aynı fikirde olmayanlarla bile ortak zemin ararken, Müslümanların kendini bu kadar izole etmeye çalışmasının dinî bir mantığı yoktur. Bu tutum dini korumaz. Aksine dini daraltır, yorar ve yıpratır.
Ailece bir araya gelmeyi, paylaşmayı ve bağ kurmayı günah ilan eden bir dil ne fıkhın dilidir ne de Kur’an’ın ruhuna uygundur. Sorun kutlanan günler değildir. Sorun, tali meselelerin kutsallaştırılmasıdır. Din, insanları ayırmak için değil, ahlakı, adaleti ve merhameti ayakta tutmak için vardır. Fıkıh ise ancak doğru yerde yorulduğunda kıymetlidir.
Yorumlar
Kalan Karakter: